Afyon’da kahvaltıda ne yenir? Kaymak bal yenir ama her seferinde yenmez deyip, kahvaltıyı es geçip, öğlen Bacaksız’da kuzu tandır yemeli bugün. Öğleni geçirdin mi, Aşcı Bacaksız’da tandır mandır da kalmıyor.
Meşakkatli iş tandırın hazırlanması, 3 gün sürüyor; tencerede yağında pişiyor. Pişen tencere bitince 6 masalık lokanta da kapanıyor. Buçuklu porsiyon yok, yağsız et isteyene; dinime küfür eden Müslüman olsun, der gibi bakıyor usta…Yağsız tandır mı olurmuş diye…Fiyatı oldukça makul. Yanında yarımbaş soğan, havuçlu pilav, yağına bandırılmış pideyle, eski mermer masalarda servis ediliyor. İçecek olarak eski şişe ayran, üzerine de nefis manda kaymaklı ekmek kadayıfı…
Dışarıda her zaman kuyruk var. Ben tek başıma 1 masayı işgal etmeyeyim diye, sırada gözüme, genç bir çifti kestirdim, onlarla muhabbet edip, masalarına birlikte oturabilme izni istedim, sağ olsunlar buyur ettiler. Siparişi verirken de açıkladım, hesabı ayrı tutun, masa işgal etmemek için birlikte oturduk diye… Afiyetle yedik, masa arkadaşlarımla sohbet ettik, hesabı öderken- bu arada kredi kartı yok, cüzdanımdan zar zor nakit yetiştirebildim ki; bu kez misafirimiz olun, sonra ödersiniz önerisini en az 3 kez duydum. Sonrasında da inceliğiniz için çok teşekkür ederiz, masa işgal etmeme fikrinizden dolayı diye ayrıca da teşekkür ettiler. Üç kez de dükkanın arkasında ki arasta da çay ya da kahve ikramı tekliflerine yok diyemedim, yemekten sonra ellerimi, ağzımı yıkayıp, dükkanın arkasına geçtim. Sırt çantam, laptop çantam, önce bir yerleşemedim. Sedirde oturan adam, sağ olsun onu oraya koy, bunu buraya koy diye hepsine yer buldu. Tanıştık, ben naçizane babasıyım dedi. Baba Aşcı Bacaksız’mış. Anne arkada kocaman bakır sini ve tencereleri yıkıyordu, ikiz kızları servis yapıyor, oğlu Kadir kasada ama 10 dakikada bir masalara gelip selamlaşıyor. Göz göze gelip selam vermezsen olmuyor. O kadar güzel bir misafirperverlik anlayışı ile sizi o küçücük ama gönülleri zengin dükkanlarında ağırlıyorlar ki…
Aşcı Bacaksız ile arastada uzun uzun sohbet ettik. Saat maksimum 3.00 de et biter, dükkân kapanırmış, daha ertesi günün eti hazırlanır, bir ertesi günün ki belli bir saatte pişmeye başlarmış. Sonra evlerine giderlermiş, baba ve anne biraz tavuklarla, kazlarla, bahçe işiyle uğraşırlarmış. İkiz kızlarından birini bu yıl İstanbul’a gelin vereceklermiş. Bir ay dükkânı kapatmışlar, hep birlikte Kapadokya, Mersin, Antalya, Fethiye gezmişler; artık kızım başka aileye gidiyor, bir daha biz ailece böyle bir tatil yapamayız diyor baba Bacaksız…Oğlu askere gidince de 1 ay kapatmışlar…Aile önce geliyor…
Zamandan, zamanın gençlerinden bahsettik biz kocamışlar, o kadar duygusal ki , kaybedilen değerlerden bahsederken gözleri doluyor, gözlerinin yaşını siliyor…Baktım sohbet bitmez, izin isteyip kalktım. Dükkânın arkasından, Afyon’un eski sokaklarına dalıverdim. Yaşlı bir teyze; eski evin önünde, azıcık bir güneş bulmuş, sandalyesini çıkartmış güneşleniyordu. Selam verdim. Sırtımdaki çantaları görünce zaar, Allah zihin açıklığı versin dedi. Gönlümü açarak aldım dileğini çünkü vizelerim başlıyor, çok ihtiyacım var. Sonra okulun yolunu tuttum, üniversitenin bahçesindeki antik sütunların arasından fışkıran mor salkımlara hayran olarak sınıfıma doğru yürüdüm…
Eskilerin sıcaklığıyla, içten sıcacık duygularıyla ne güzel bir gün daha geçirdim.
Teşekkür ederim.