İki yüz yıldır çare aradığımız maarif meselesi yaman bir derttir. Lakin tam bilinmez ve idrak edilmez bir derttir.
Umumi garplılaşma hareketinden beri yüzümüzü batıya sırtımıza kendimize döndük. Çareleri hep başka yerde aradık. Eğitim meselemizin bir çözümü de iki merkeziyetçi hareketten kurtulmaktır.
Birincisi ve en önemlisi Batı menşeli genel merkeziyetçi anlayıştır. Bize vurulan bu esaret zincirini kırarak özgürlüğe kavuşabiliriz.
Batı, orta çağ karanlığından kurtulmanın çıkış yolunu yaratılışın tanımladığı insan tipini göz ardı emekte gördü. Sisteminin insanını yetiştirmeyi kilise ile çatışan dinsiz bir bilimin hakimiyetini kurmakta buldu.
Coğrafyasının kaderini, tarihsel serüvenini, değerler süzgecini esas almış gibi görünerek insanı hümaniter bir perdeleme ile özne konumundan düşürüp nesneleştirdi. Bireyi anamalcıların önemli tüketim malzemesi haline getirdi.
Batılı insan tipi, hayatın insanı olmak yerine sermayenin malzemesi haline geldi. Makinanın dişlilerini hızlıca çalıştırırken dişliler arasında zamanla nasıl örselendiğini fark etti lakin vakit geçti.
Anglosakson anlayış sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırırken seçkinci sınıf anamalcıları insanlığın belalı sınıfı haline getirdi. Dünyayı istila eden sermaye hakimiyetinin amacı dağın bu yüzünü göstermekti. Sadece hazzı yaşayacak köle tipi oluşumla insan bedenini ruhuna yabancılaştırmaktı.
Batıdaki yeni anlayış, dinsiz bilim hakimiyetini kademeli olarak anne rahmine düşen çocuğun beslenme ve anne eğitiminden başlattı. İlk mektepten yüksek öğretim ve eğitim çağına kadar ki her evreye sistematik olarak yerleşti. Öznesiz ve ötesiz bu bilim eğitimin ana evreni oldu. Durum böyle olunca dağın bu yüzündeki her tepe ve tümsek çukur ve zirve insanın ulaşacağı yegâne hedef oldu. Bunun için çatışma normal bir mücadele olarak isimlendirildi. Kaos olmasın diye devlet denilen sosyalist ve komünist organizasyonlar iktidarı ellerine aldılar. Çok kan döktüler çok.
Anglosakson insan yetiştirme tarzında hayatın adamından ziyade vahşi kapitalizminin sırlarını öğrenip yaymaya çalışan bir robot insan tipi oluştu. Dünyadaki sermayedarların oranları yaşadıkları coğrafyalar bilindiğinde bu gerçeklik aşikâr olur.
Batı, karma eğitim anlayışıyla insanın tabiatına karşı en büyük yozlaşmayı başlattı. Bir araya getirdiği insan yavrularının dahi olanlarını sistemin varlığı için seçkinci bir eğitime tabi tuttu. Geriye kalanları hazzın üst düzeyde tatmin edildiği bir arena ortamında, karnaval havasında panayırlardaki şölenler gibi eğitmeye başladı. Adım adım ailesine isyan eden insan yavrularından ihtilalci tipler oluşturdu. Ebeveynlerinden onları koparacak özgür olma kanunlarını devletlerin yasalarına yerleştirdi. Ebeveynlerin şefkatlerinden mahrum asi ve cani bireylerse sistemin varlığını devam ettirdi. Bu eğitim sisteminde;
Üretim, paylaşmak yerine bireyselleşmeyi önceledi.
Bilgi, aydınlanmadan ziyade karanlık vahşi arklarda bireyi yabancılaştırdı.
Beceri, medeni olmak yerine vandalist isyankarlığa sevk etti.
Etik, çözülen ahlak kurallarının yerine çözülmeye kılıf bulmayı esas aldı.
Öğrenme, olgunlaşma yerine egoyu id boyutunda narsistik aşamaya getirdi.
Kültür, çoğulculuk yerine tek tipleştirmeyi baskın kıldı.
Dil, bir insanın evi olma yerine bir sömürme aleti haline geldi.
Teknoloji, insanın yardımcısı olma yerine yegâne iktidar vasıtasına dönüştü.
Terbiye, öğretimin gölgesinde kalarak sönüp kayboldu.
İnanç, folklorik bir unsur haline getirilerek insanın asli gerçekliği yok sayıldı.
Batının dünyayı istila eden merkeziyetçi bu eğitim anlayışı medeni ve modernlik adı altında kendi gibi olmayanların dokusunu bozdu.
İmparatorluk evlatları olarak Batının iç yüzünü bu yayılmacı tarafını göremeden göz kamaştıran şatafatlı ve şaşırtıcı yanını merak ettik. Batıya giden, yazılı kaynaklardan onları öğrenen her münevverimiz bu merkeziyetçi ve istilacı anlayışın savunucusu ya da reddedicisi oldular. Kültür düzeyi düşük de olsa verimli vatandaşın sorunları çözeceğine inanarak lehte veya aleyhte görüşleriyle çözümleri Batıda gören münevverlerimizin yanıldığını Şerif Mardin şöyle açıklar: Prens Sabahattin’in tezi, Anglosakson memleketlerdeki eğitim şeklinin ve adem-i merkeziyet sisteminin endüstriyel medeniyeti yaratmış bir insan tipi ortaya çıkardığıydı. Oysaki, gerçek endüstriyel gelişmeyle paralel olarak merkeziyetçilik artmıştı.
Bu topraklara ait muasır bir insan tipini oluşturmak istiyorsak ilk radikal değişikliğimiz batı merkezli bu baskılamaya dur demektir. Romantik Batı metinleri okumaları, yarı akılcı Batı felsefesi öykünmeleri, Allah’ı yok sayan batı kaynaklı pedagojik ve psikanalitik yaklaşım sergilemeleri, cemiyeti yok sayan sosyolojik kuram analizleri bilhassa günümüz yüksek teknolojisinin bir meta haline getirdiği dijital dünyanın ezici yok saymalarını engellememiz lazım.
İkincisi, adı cumhuriyet, içeriği faşist-komünist verilerle donatılmış hareket, uygulayıcıları bürokrasi olan tek tipçi milli merkeziyetçi anlayıştır.
Aslında bu yerel merkeziyetçi anlayışın temelinde de Batı menşeli merkeziyetçiliğin etkisi var. Görünüşte bireyin gelişimini esas alan Batı menşeli bu merkeziyetçi eğitim müfredatları İslam inancını yok sayarak batının siyasal amaçlarını topraklarımızda dinsiz bilim perdesi altında yapılandırmadır.
Toplumun gerek ve gerçeklerine cevap verecek eğitim anlayışımız bu tarihten sonra bir sosyal felsefeden, eleştirel anlayıştan, yerel ve evrensel insan tipini oluşturacak yeniliklerden yoksundu.
1923’ten sonraki baskıcı anlayış laik düzen adı altında Kemalist zihniyeti ayakta tutmak için ırki var oluşu önceledi. İrfan ve inancı göz ardı ederek tek ırk üzerine merkezileşen bu zihniyetin pençesinde can çekişen bir millet olarak bugünlere geldik.
Batının aksine daha çok biçimciliğe önem vererek içeriği yok sayan bu çağdaşlaşma-batılılaşma dönemi eğitim müfredatı tek tipleştirici anlayışın merkezileştiği dönemdir. Millete giydirilen yüz yıllık deli gömleğinin her tarafı deforme olmuş yama yapılacak hiçbir zemini kalmamıştır.
Yeni müfredatla milletimizin müştereği değerlerden müteşekkil ana mutabakat metniyle bu merkeziyetçi anlayıştan kurtulmanın ilk adımı atılmalıdır.
İnanç, dil, vatan ve bayrak dörtlemesi herkesin vazgeçilmezi olmalıdır.
Ahlak, erdem, çalışmak ve şefkat yürüyeceği ana yol bilinmelidir.
Adalet, hürriyet ve müsavat vatanın her köşesinde hayat bulan yapı taşlarımız olmalıdır.
Yeni insan tipini oluşturacak eğitim anlayışı bu temeller üzerine inşa edildikten sonra kuvvet sadece bu haklarda olmalıdır. Böylece yeni müfredat yapılanması bu seçkinci merkeziyetçi anlayışı da korkularından kurtaracaktır. Yeni müfredatımızla;
Yıllardır dayatılan dinsiz bir bilimden inançlı bir ilme ihtiyaç vardır.
Ruhsuz bir etikten faziletli bir ahlak yitik cennetimiz olarak yer almalıdır.
Haz ve denetlenemez arzular esiri birey yerine yetki ve sorumluluğunu veren bir aile yapısı esas yapı taşı olmalıdır.
Öğrenmenin insanı daha iyi tanımaya eğitimin insanı daha iyi olgunlaşmaya sevk ettiği anlayışa ihtiyaç vardır.
İslam’ın sosyal işlevine muhtaç olduğumuz yeni eğitim süreçleri ve müfredat içeriklerini havi maşerî bir vicdan oluşumu merkeze alınmalıdır.
Yeni müfredatımız yaşamımızın sade insan tipini amaçlamalıdır.
Erdemliliği ruh olarak benimsemelidir.
Dağın iki yüzünü görecek bakış açısı oluşturulmalıdır.
Biçimi yok saymadan içeriği anlayarak yol alınmalıdır.
Her unsuru değerli kılan değerler merkezinde iş yapılmalıdır.
Tahakkümü ortadan kaldırmalı bağlılığı elden bırakmamalıdır.
Coğrafyanın kader olduğunu içeren kucaklayıcılık ve hazmı esas almalıdır.
Öğretmenlik mesleğini icra edecekleri toplumun en değerli bireylerinden seçmelidir.
Eğitim fakülteleri temel bilimlerle birleştirilerek müstakil bir üniversite yapılanmasına geçilmelidir.
Eğitim üst kimlik olarak bir otonom sistemine dönüştürülmelidir.
İnsan ve inancıyla sorunlu çürük ve ezikleri temizleyecek radikal bir denetim sistemi kurulmalıdır.
Sendikalardan azade ehliyet ve salahiyet merkezli bir yapılanma kurulmalıdır. Sisteme uyuma müsaitler içeri alınmalı, olmayanlar emekliye ayrılmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının övünç kaynakları yeni insan tipini oluşturacak müfredatın kazanımları da şöyle sıralanmalıdır:
Adil olmayı yaşamın her safhasında gerçekleştirmek.
Ahlaklı olmayı hayatının yegâne gerçekliği olarak yaşamak.
Paylaşımcılığı kendinde olanın her daim bir özelliği bilmek.
Ürettiklerinde ihtiyacının dışında olanların kendisinin olmadığını bilecek bir zihin yapısı ve uygulama alanı oluşturmak.
Kültürü ortak yaşamın en anlamlı halkası bilmek.
Sevgiyi kendini ve başkasını tanımak olarak algılamak.
Şefkati kendinin dışındaki şeylerle hemhal olmak olarak anlamak.
Kazanımlarını onurlu bir yaşam mesafesi bilmek.
İçtenlik ve hissiliğe iletişimin donanım ilkeleri olarak bakmak.
Diğergamlığı şiddete duyulacak en uzak mesafe olarak görmektir.
Ana okuldan lise son sınıfa kadar bir yaşantı oluşturacak şekilde kazanım elde etmeyi sağlayan böyle bir müfredata ihtiyacımız var.
Gerisi teferruattır. O da yerel yönetimlere bırakılmalıdır.